Küçük İskender'den Meyhaneye Giriş Dersleri
Dostumuz Küçük İskender’i kaybettiğimizden beri dönüp dolaşıp yazdıklarında buluyoruz kendimizi. Yattığı yer incitmesin, ismi çilingir soframızdan hiç eksik olmasın diye…
“Bir meyhanede tanıdım seni. Rakı kadehini en lezzetli mezelerin arkasına yerleştiriyor, sanki herkesten gizliyordun onu. Belli ki çok seviyordun; hep yanındaydı. Paylaştığın sırların, anlattığın aşkların ve gönül yaraların vardı. O da ses çıkartmadan dinliyordu seni. Rakının böyle bir huyu olduğunu söylerler: Konuşmaz, ama arada ses çıkartırmış dalgalar misali. Diline, damağına, genzine çarpıp dururmuş insanın gelip gelip.
Zeytinyağıyla parlatılan taze domateslerin kırmızısı dudaklarına yansıyordu o gece. Kalamarlardaki lezzet çemberleri, pilakiden göz kırpan havuçlar, humustaki uzun hava esintisi, Arnavut ciğerindeki gökyüzü ışıltısı hepsi senin yüzünü bir aydınlatıyor, bir hüzünlendiriyordu.
-Siz içmeyecek misiniz? diye sordunuz. O güne kadar yakınlık hissetmediğim rakı bizi tanıştırmaya hazırdı. Bahaneydi. Mutlaka ben de tatmalı, sizinle bir ortak nokta yaratmalıydım.
-Dalmışım, dedim ve hatırladığım kadarıyla sizi taklit ederek doldurdum rakımı. Fazla su koymamıştınız. Herhalde daha doğrusu odur diye düşünüp buzumu da ekledim. Şalgam suyumu da unutmadım.
-Haydariden mutlaka yiyin. Çok taze, dediniz.
Oysa ben cacıkta büyüyen bir şey görmüştüm. Beni çağıran bir şey. Yer yemez büyülenecektim ve meyhanedeki kalabalığı aileme benzetecektim. Şuradaki dayım, şu masada büyük teyzem oturuyor –o sürekli kahkaha atan, neşeli kadın.
-Ezme de güzel, ama siz asıl muhammara yiyeceksiniz Hatay’da, dediniz. Suriye mezesidir. Ağırdır acısı. Şimdilerde her yerde yapılıyor.
Bir iş yemeği için toplanmıştık; siz ofise başlayalı daha bir iki hafta olmuştu. Bizi rakının seslendireceğini nereden bilebilirdim? Gülümsediniz.
-Afiyet olsun, şerefinize, deyip kadeh kaldırdınız. Hepimiz, masada kim varsa kaldırdı kadehini. Piyaz bile. Rus salatası bile kaldırdı kadehini. Ben öyle gördüm. Herkes, her şey kadehini kaldırdı orada; büyük bir mutluluk için, belki de kazanılmış bir zafer, bir aşk için kadeh kaldırdık birlikte.
Şakşuka biraz erken buldu kafayı. Patlıcanlar yayılıp kaldılar.
Favayla ilgilenen olmadı pek. Ben aldım tabağıma, limonla hafif hafif yıkadım onu. Ayna gibi olunca kızaran yüzümü, yüzümde alkolle sulanmış bir aşkı gördüm. Tüm mezeler ağız birliği etmiş, güm güm atan kalbime rakı ve yeni bir sevdanın nehrini taşıyordu.
Arka arkaya devirdim dubleleri. Sen karşımda saydam, şeffaf, tertemiz bir hayale dönüştün. Diğer masalardan yükselen şarkılar arasında semizotu salatasının uyarısını duydum:
-Aman kaçırma alkolü. Aşklar sarhoşları sevmez.
Diğer yandan topik atıldı:
-Sofrada ne kadar lezzet varsa âşıklar, arkadaşlar o kadar çok zevk alır birlikte bir hayatı paylaşmaktan.
Masanın üzerindekiler beni yüreklendirdikçe kendime gelmeye, bir keyif çağlayanından aşağı dökülerek akmaya başladım. Sonra kahvelerimiz geldi. Kahveler içildi, kimi fal için fincan kapattı. Ben içimden:
-Fala gerek yok, diye geçirdim; sevdiğim insanlar burada, bu meyhanede, kim bilir eşimi de buldum belki de. Neden başka bir şey isteyeyim?
Bir meyhanede tanıdım seni. Şimdi bir gelecek için beraber yürüyoruz. Bazen gözlerine baktığımda ağzıma o ilk rakının ilk yudumu değiyor yeniden. Hafifçe uyuşuyor dudaklarım. Rakının kokusu ile senin saçlarının kokusu iç içe geçiyor. Anason tarlasında yürüyorum adeta.
Bugün evliliğimizin birinci yıldönümü. Birazdan sana sürpriz yapıp o meyhaneye götüreceğim seni. Aynı masa, aynı insanlar, aynı mezeler ve rakı bizi kutlamak için bekliyor. Evet, biliyorum canım, baş başa olmayı tercih ederdin. Ama unutma ki sakın, rakı içiyorsan bu dünyada asla yalnız değilsindir. En kötü ihtimal yeryüzünün bir başka köşesinde tek başına içen biri senin için kadehini kaldırmış, ‘şerefine’ diyordur gökyüzüne bakıp tanımadığı biri adına.
Nice yıllara sevgilim.”
Bu yazı ilk olarak meyhanedeyiz.biz’de yayımlanmıştır.