İrfan’a Veda: Keşke anlattıklarım yalan olsa
Sulu bir şaka bu hayat
Var olan katlanmak zorunda
Bir sabah kalktık, telefonu aldık elimize, otomatik artık, Twitter’ı açıyoruz. Şöyle bir bakıp “Bugün hangi felakete uyandık acaba?” derken bir cümle: “İrfanımızı bu sabah kaybettik.” Anlamıyoruz, kim yazmış, hesabı kontrol edelim: Peyk Band. Nasıl yani, bizim İrfan? İrfan Abi? Kardeşimiz İrfan? Dostumuz İrfan?
Mahmut içeriden odaya geliyor, Rena’yı aramış, Serdal açmış. “Abi, gerçek mi?” diyor. Nasıl yani? İki gün önce konuştuk? Telefonun ucundaki sesin acısı ve gerçeği odayı dolduruyor.
Don kafa, don
Öyle feci don ki
Atıp yaka paça
Bu hayatı taca…
Ankara’dayız. En son Last Penny’ye gelmiş, bir sene olmuş mu? Peyk’i anlatıyor, Olta Dayanışma’yı, Hamiyet’i… Müzikali Ankara’da oynayacaklar. Kâbuslarına dadanan Hamiyet’e, çocukluğundan kalma bir suçluluk duygusuna borcunu ödemiş olmanın rahatlığı var üzerinde. Yine iyi bir şey yapmış, yine insanları “Kenara atılmış bir delinin hikâyesi” etrafında toplamış. Doğum günüymüş, söyleşi sonrası hemen bir pasta üfletiyoruz. Son doğum günüymüş. Bilmiyoruz.
Hayat hepimize çok zor
Ve bir o kadar da güzel
Sefillik keyifli nedense bu evde
Kimse inanmıyor. Tanışan, tanıyan, uzaktan bilen, şarkılarıyla bir gençlik yaşamış kimse inanmıyor. Kimi dostunu, kimi rol modelini, kimi yoldaşını, herkes çok sevdiği birini kaybediyor. Ankara’da Ebu Ziya Caddesi girişte Altın Büfe, Bakırköy’de berbat bir ev, Taksim’de barlar, ağaçlar… Bir gençliği geride bırakıyoruz.
Hep eksik
Hep eksik
Hep eksik
Bir sürü ders vermiş, anlatmış da anlatmış bir ömür. “Örgütlülük her şeyi çözer,” demiş, “çünkü biz kalabalığız onlar az. Zenginler az, bir fakirler çoğuz. Zenginlerle fakirlerin mücadelesidir bu, her zaman böyle oldu.” Sırf lafla da anlatmamış ki, yapmış işte. Nerede dayanışma lazımsa, hele müzik sektörünün çarkları kimi eziyorsa gitmiş yanında olmuş. Ne yapmak lazımsa yapalım demiş hep. O yüzden böyle büyük etki bırakmış zaten.
Söv yüzüne kendini satan şairin
Anlamaz ya
Sen gerçek ol, hesabı burada bırak
Çal sazını korkmadan
Bu tıraş bize fazla
Bir arkadaş yazıyor, “Hiç dolmayacak bi boşluk oluştu sanki hepimizin aynı anda, aynı yerinde, ıslığının sesi geliyor o boşluktan…” Çok erken, çok erken... Mahmut, oğlu Ali Yağmur’a söylemiş, demiş bak hani şarkısını dinlediğin o abi vardı ya, onu kaybettik. Öldü demiş. Ali Yağmur 7 yaşında. “Çok üzüldüm,” demiş o da, “hayat böyle işte, oluyor böyle şeyler. Yani böyle şeyler derken, böyle felaketler demek istedim.” Oluyor böyle felaketler Yağmur. Laylaylom’u dinlerken annesine, “Bu şarkıyı söyleyen arkadaşım gitti biliyor musun?” da demiş. Ankara’ya geldiğinde en çok o şarkıyı dinlediğini söylemişti, doğum günü pastasına sulanmıştı, son doğum günü pastasına.
Lan ben sana neyledim dünya
Dur dedim, dur dedim
Bu bağrıma vurma
Yazacak çok şey var, anlatacak çok şey var, seven, tanıyan herkesle bir araya gelip 40 gün anlatmadan geçmeyecek bir düğüm var boğazımızda. Ama işte “Hayat böyle, oluyor böyle felaketler”.
7 Kasım’da İstanbul’da veda etti sevenleri İrfan’a. Sadece İstanbul’da değil tabii, her yerde veda ettik İrfan Alış’a. Herkes kendi meşrebince, ama eminim herkes bir şarkısını dinleyerek mutlaka. Belki günlerdir sesi eksilmiyor birçok evden. Hiç gitmeyecek gibi. Hiç gitmeyecek.
Denizdesin, sakin, güzel…
Ellerin kum, gökyüzü mavi.
Tuğba Sivri Çınar