Bir Şişenin Tarihi
Aslında bu seferki sohbetimiz daha ziyade rakı şişesinin tarihi ile ilgilidir. Örneğin, Hanım, Jale, Dem, Bahçe, Keyif, Fertek, Memur, Âlem, Dimitrikopulos ve de Stafilina (Düz ve Horoz Ambilemli). Ancak bu rakılar yaşı çok ileri olanların hatırlayabileceği rakı isimleri. Hepsi de başka keyif ve zevke hitap eden değişik boy ve biçimde şişelerde sunulan rakılar. Ama ne rakılar…
Eski dönemlerin rakılarıyla ilgili bu bilgiler bir zamanların efsanevi gezginci yazarı Hikmet Feridun Es Beye (1909-1992) aittir. Ki bu mümtaz insan çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın unutulmaz münevverlerinden biriydi. Kendisinin hiçbir yazısını kaçırmamışımdır dersem yalan söylememiş olurum. Afrika(1949), Asya (1950), Kore (1950); Japonya (1951) ve Güney Amerika (1953) gibi o günlerde pek bilinmeyen dünyanın birçok ülkesini gezmiş, bunları Hürriyet gazetesinde tefrika halinde yazmıştı. Ki bunların arasındaki Afrika kabileleri ile ilgili dile getirdiği bilgileri ve yayınladığı resimleri asla ve asla hiç unutamam.
O günlerde bu gibi kabileleri ancak “Tarzan” filmlerinde görebiliyorduk ama Hikmet Beyin yayınladığı resimleri keserek büyük bir ihtimamla saklayabiliyorduk. Ayrıca, kendisinin “Aşk Tamtamları” (1953) adlı eşsiz eseri bizler ve özellikle de yaşıtlarımız için mükemmel bir hayat rehberi olmuştur.
Hikmet Bey “Bir Şişenin Tarihi” başlıklı makalesinde Ahmet Refik Altınay Beyle ilgili bir anısını dile getirmiştir. Ki Ahmet Refik Altın’ay (1880-1937) “Tarihi Sevdiren Adam” olarak bilinir. Bunun yanı sıra kendisi “Lâle Devri”nin isim babasıdır. Ayrıca rakıyı yoluyla yordamıyla içen, çilingir sofralarının geleneğini ve göreneğini, jargonunu ve ritüelini eksiksiz ve kusursuz uygulayan, kısaca rakı tutkunu bir tarih yazarımız, bir tarih adamımızdır.
Ayrıca, Lâle Devri, Köprülüler, Tarihi Simalar, Felâket Seneleri, Kadınlar Saltanatı gibi eserleri önce gazetelerde tefrika halinde yayınlanmış, daha sonra da kitap haline getirilmiştir. Meşrutiyet Dönemi’nde Genelkurmay’ın yazı işleri şubesinde görev almış, “Askeri Mecmua”nın yayınını idare etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasında, 1918 yılında İstanbul Darülfünunun Osmanlı Tarih Muallimliğine (Hocalığına) tayin edilmiş, bir süre sonra da Müderrisliğe (Profesörlüğe) yükselmiştir. Böylece de “Türk Tarih Kurumu”nun kurucularından ve öncelerinden biri olmuştur.
Sizinle paylaşacağım bu anı-belge yazısı tarihi açıdan çok önemlidir. Özellikle de içki kültürümüz, hele hele rakı kültürümüz açısından fevkalade değerli bir belgedir. Bu nedenle de yazıyı aynen sizlerle paylaşıyorum:
“… İlk çırağ (çırak) edildiğim gazeteye bir zat musallat olmuştu. Hariciye ketebesinden (yazarlarından) imiş gibi bir hali vardı. Kapıyı hafifçe ve dikkatlice tıkırdattıktan sonra başını içeri uzatır ve hep aynı kişiyi sorardı: “Müverrih (Tarih Yazarı) Ahmet Refik Beyi arıyorum efendim. Acaba ne zaman teşrif ederler?”. Ve biz de ona daima aynı cevabı verirdik. “Ahmet Refik Bey’in muayyen bir saati yoktur efendim. Gelirler, yazılarını bırakırlar, giderler… Gündüzleri geç kalktıklarından, geç uğrarlar”. “Sözümüzde Gazete ile alakası yoktur gibi” Hoca hakkında saygısız bir mana olmasın diye hemen ilave ederdik”: “Eğer gazeteye ait bir emriniz varsa, biz bakalım”. “Hayır, kendisine kıymettar bir koleksiyon gösterecektik de… Bir eşya koleksiyonu.” Der, fakat ne koleksiyonu olduğunu asla söylemezdi. O zamanların koleksiyonları da şimdikiler gibi fasa fiso şeyler değildi. Hemen her koleksiyonda bir takım tarihi parçalar bulunurdu mutlaka.
Bir gün adam yine geldi. Yine Ahmet Refik Beyi sordu. Sonra yine bulamadığından üzülerek gitti. Yarım saat sonra da Ahmet Refik! Yazı İşleri’nin “Şakacılar Gurubu” hemen işe el koydu. “Hoca… Biraz önce senin koleksiyoncu geldi”. Vah vah yazık… Güya buluşup koleksiyonu görmeye gidecektik”. “Ne koleksiyonu bu Hoca? Tarihi eser var mı?” Çok çoook… Şişe koleksiyonu. İlk rakı ve şarap şişeleri…
Hoca’nın bu sözleri üzerine odada kahkahalar patladı. Çünkü Refik Hoca’nın şişeler ile arası çok sıkı fıkı idi. Şişesiz dolaşmaz, şişesiz gün geçirmezdi. İzmit Kâğıt Fabrikası’nın açılışına bile Naci Sadullah ile birlikte ellerinde kocaman bir binlik olduğu halde gitmişlerdi. O zamanlar eski şişeler hakkında bir etüt hazırlıyordu. Nurullah Ataç, Ahmet Refik Hoca’yı büsbütün kızdırıp söyletmek için kahkahalarla gülmeye başladı.
“Aman Üstat! Boş şişeden koleksiyon mu olurmuş Allâsen?”. “Topal dille kervana karışma. Sen şişeden ne anlarsın. Sen Fransızca bilirsin. Ama şişece? Anlar mısın şişe dilinden? Sen şişelerle konuşur musun be adam? Şişe kim? Sen kim? Camın keşfinden bu yana şişe en büyük arkeoloji eşyasıdır. Bazen toprak altından çıkan ihtiyar bir şişe kabı bütün bir devri, bütün bir medeniyeti anlatır. Cam devrine bile gelmeye lüzum yok. İçki kabı, camdan çok önce, taş ve toprak devrinde başlamıştır. Arkeoloji kazılarından çıkan eşyaya bakınız! Tarihin en eski eşyası içki kaplarıdır. Şu oturduğumuz masadan da şu yerleştiğimiz iskemleden de çok daha eski, çok daha asildir. Şimdi kalkmış: “Şişeden koleksiyon olur mu?” diyorsun.
Biz böyle konuşurken oda kapısında aynı efendice tıktıklar… Kapı aralandı. Koleksiyoncu. Daima mahcup, daima nazik… Ahmet Refik Bey, “Tamam” diyerek yerinden fırladı. Yanında bir muhabir, bir de fotoğrafçı istiyordu. Muhabir ben, Fotoğrafçı, Foto Faik’in (Şenol) ustası., o kellifelli Şükrü Bey… Kalktık gittik. Haliç vapuru ile Fener’de, tam Patrikhane’nin arkasında, eski bir Rum konağı. Koleksiyon burada idi…
Toz, pislik içinde bir sürü boş içki şişesi. Yalnız en eski, ilk rakı şişeleri de değil. Aralarında bira şişeleri de vardı. Mesela, ilk bira üretilmeye başladığı zamanlardan kalma bira şişeleri. Sabit kapaklı. Bir tel manivela ile beyaz porselen kapağı kaldırıyorsunuz, kapağın altında lastikli bir halka… Bomonti-Nektar (Bira) Fabrikası’nın şişeleri. İçtikten sonra yine kapatacaksınız, biranın gazı kaçmayacak. Son yıllarda bu sabit kapaklı ilk bira şişelerini ve zıpzıplı gazoz şişelerini Beyazıt Meydanı’nda antika diye satıyorlardı. Hâlâ var mı acaba?
Bize ayrılan köşenin sınırlarını zorlamaya başladık. Bu nedenle dilerseniz sohbetimize gelecek hafta kaldığımız yerden devam etmek üzere ara verelim. Böylesi daha doğru olacak çünkü.
Hoşça kalın…