Bir Beyaz Yakalı Sosyalleşme Aracı Olarak Rakı-Balık

Eğer bir beyaz yakalıysanız mutlaka ekip arkadaşlarınızla, patronlarınızla bir kurum/şirket içi sosyalleşme etkinliği olarak rakı-balık yapmaya gitmişsinizdir. Hayır, meyhaneye değil “rakı-balık yapmaya”. Zira balık restoranına ya da balık servisi olan meyhaneye gidip rakı içmenin adı kurumsal dilde “rakı-balık yapmak”tır. Yani illa balıkçı olmasına gerek yok. Balık pişirilsin yeter. Bu da herhalde Türkiye’deki meyhanelerin %80’ini kapsıyordur.

Şimdilerde ocakbaşları da pek moda ama herhalde beyaz yakalıların kurumsallığına daha nezih geliyor diye balık mekanları daha çok rağbet görüyor. Şirketin yıllık cirosu artınca rakı-balık mekanınız boğaz kenarına kayıp, Arnavutköy semalarına dayanabilir. Ama biz rakı-balığın ekonomik boyutlarıyla değil çalışma hayatındaki sosyal boyutlarıyla ilgileniyoruz. 

Öncelikle günde minimum 8 saat gördüğünüz çalışma arkadaşlarınız ile sosyal hayata dahilseniz, bu rakı-balık sosyalleşmesi sizin için ustaca ve kolayca geçecektir. Şirket içinde mekanın kararlaştırılması sürecinde başlayan kaosu sizin gibi işin ustaları kolayca halleder. Gerçi siz ne kadar işin ustası olsanız da mutlaka mekan önerilerinize karşı çıkmalar, burun kıvırmalar gelecektir ama sorun değil. Siz halledersiniz. 

Mekan ve zaman kararlaştırıldıktan sonra şirket içinde “Kim geliyor, kim gelmiyor?” konulu sessiz, kıyı köşe konuşmaları başlar. 5 kişilik bir şirkette de çalışsanız 1000 kişilik bir şirkette de çalışsanız “Kim geliyor, kim gelmiyor?” konusu sizi de ilgilendirecektir. Bu konunun herkesi ilgilendirme sebebi tamamen insanidir, iyi niyet-kötü niyet aramaya gerek yok.

Gelelim o beklenen güne. Şirketten rakı-balık mekanına en erken gelen kişi yüksek ihtimal üst segment biri olmayacaktır, onlar assolisttir, her yere geç gelirler. Erken gelen faniler arasında güzel bir sohbet başlar, eğer bu erken gelenler şirket ve ekip içi yakınlığı olan insanlarsa masa kalabalıklaşmadan ordövr olarak bir kuple gıybet de yapılır. Beyaz yakalılar akın akın mekana gelmeye başlayınca önce bir rabarba kopar. Bu rabarbanın sebebi %99 “Hangi meze?” sorusudur. O mekana daha önce gelmiş kişiler burada joker olarak kullanılarak mezelere karar verilme süreci başlar. Mevzubahis jokerler “Buranın Girit ezmesi ile atomu şahane” o mezelerden çifter söylenir. İlk aşamanın meze seçimi bittiğinde asıl konumuz olan ikinci rabarbaya geçebiliriz. 

“HANGİ BALIĞI YİYELİM?” sorusu. İşte masada bu soru sorulduğunda ilk olarak kendini “balık profesörü” olarak nitelendirmeyenler çok doğru bir hamleyle kendileriyle ilgilenen garsona ya da şefe bu soruyu sorar. Burada mekandaki balıkların tazeliğinden, mutfakta hangi balıkların ne kadar iyi piştiğinden haberdar olan birinci elden doğru bilgi kaynağı garsondur. Ve ondan daha iyi tavsiye verecek başka biri yoktur. Soruyu yönelttikten sonra garson tam tavsiyesini söylemek için ağzını açmışken masadan bir ses yükselir. “Şefim şimdi kalkanın mevsimi geçti, palamut zaten yok, e rakının yanında lüfer yenir o da taze değildir, çupralar çiftlik mi deniz mi, barbunlar etli mi, tekirin güzel mi, rakının yanında hamsi yenmez…” gibi ard arda sizi balık konusunda hızlandırılmış bir kursa sokan o “balık profesörü” çalışma arkadaşınız çıkar. Sadece sizin masa değil mekandaki tüm masalar balık tiradını dinliyordur ve sessizleşmiştir. Balık tiradı sonrası garson arkadaş profesörün ukalalığını ustaca manevralarla savuşturarak “Ben size tekir yaptırayım, tekirimiz çok taze, daha sabah geldi.” diye ortamı sakinleştirir. E kolay değil adam yıllardır “Her şeyin en iyisini en güzelini bilen müşteriler” ile uğraşıyor, ustalaşır haliyle.

Rakı-balığın baş kahramanlarına karar verildiğinde, masaya balıklar geldiğinde balık yeme şekline göre çalışma arkadaşlarınız çeşitlenir. Evde yemek ile dışarıda yemek arasında hepimiz için bir fark vardır ama bazı insanlar ağzının tadından ne evde feragat eder ne de dışarıda. Balığı çatal bıçakla yemekle cebelleşenler, eliyle balığın derisini-kılçığını çıkaranlar, önce çatal bıçakla başlayıp sonra pes edip elle yemeye geçenler, büyük balıksa kılçık üzerinde bir gram et kalmayacak şekilde çizgi filmlerde Sylvester’in çöpten çıkardığı muntazam balık iskeleti gibi tertemiz yiyenler, küçük balıksa kuyruk kafa demeden balığı yutanlar… Bu balık yeme şöleni arasında sosyalleşme aktivitesinin yavaş yavaş sonlarına doğru gelirsiniz. Şanslıysanız, tam da bu aşamada herkes tam kararında içmiş olur ve şirket içi kaosa sebebiyet verebilecek büyük laflar yerine samimi gülümsemeler havada uçuşur. Balık, meze tabakları, rakı kadehleri toplanır, meyveler varsa dondurmalı irmik helvası (olsa da yesek) gelir. Çaylar - kahveler içilir, hesap karmaşası biter, bahşişler elden ele toplanır, yavaştan ayrılıklar başlar. Taksi bulma, güzergah üstünden dolmuş kombinasyonları yapılır. Herkes evine gider, ertesi gün iş varsa kötü, yoksa mükemmel bir uyku çeker. 

Rakı-balığın ertesi sabahı ya da ilk Pazartesi sabahı ofise gelinir. Balık profesörü çalışma arkadaşınız sabahın o sessizliğini bozarak ofise seslenir…

Bu yazı ilk olarak meyhanedeyiz.biz’de yayımlanmıştır.

Paylaş: