İştah, ihtişam ve karanlık oda: Mehmet Turgut
Ece Temelkuran, Meyhanedeyiz.Biz için yazmıştı. Şimdi, Anason İşleri'nde.
Kimse çağdaşlarımız kadar acımasız değildir. Bu sebepledir, yapıp-eyleyenler, yazıp çekenler, çizip söyleyenler gelecek kuşakların merhametine sığınır. Zira yapıp ettiklerimizin etrafında oluşan algı, bugünkü kimliklerimiz etrafındaki dedikodu, gelgit, öte beri ve girdi çıktı ile malûldür. Zaman, hepimiz için yapacağı gibi, bir gün Mehmet Turgut için de haklı ya da haksız ve fakat son hükmü verecek. Fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut’un etrafında bugün oluşan türlü tevatür, yüklü hikâyât, envai şehir efsanesi o gelecek günde unutulmuş olacak, yapıp-eyledikleri gürültüden arınıp orada duruyor olacak... Bir ikindi meyhanesinin beyaz masa örtüsü üzerinde elleri kolları gidip gelirken, “Tamam mı?” diye diye bir lunaparkta geçen kuşkulu bir hadiseymişçesine kendinden söz ederken, böyle bir hissiyat kayığı aheste çekti küreklerini aklımda... Bu yüzden Mehmet Turgut’a diyesi oldum:
“Şişindiğini sanıyorlar da senin aslında mevcudiyetin kendiliğinden gösterişli.”
Güldü ve böylece tatlı tatlı konuşmaya başladık. Çünkü nihayet siz hep yüzünü görüyorsunuz da Mehmet Turgut’un ensesinde bir dövme var, küçücük. “HİÇ” yazıyor. Çünkü insan gösterişli olarak da hiç ile alakadar olabiliyor. Çünkü bir insan kendine büyük bir lunapark sahnesi kurarak da görünmez olmayı seçebiliyor...
“Yalancı çok burada...”
Mehmet Turgut, daha oturur oturmaz yeni başladığı televizyon programını anlatıyor. Kerli ferli insanları nasıl kostümler giydirip, makyajlar yaptırıp kılıktan kılığa soktuğunu anlatırken eğleniyor. Oysa insanları böyle oyun hamuru kıvamına getirip istediğin karenin içine, istediğin kılığa sokmak başka bir maharet. Benim de fotoğraflarımı çekti bir zaman, oradan biliyorum. Mehmet Turgut başka türlü bir şey yapıyor insana. Ne yapıyor?
“İnsanlara iyi bakıyorum, güzel bakıyorum. O çıkıyor fotoğrafta. Kafalarındaki soru işaretini yok ediyorum. ‘İyi fotoğraf olacak mı?’ sorusunu yok ediyorum. Zaten ömrüm insanlara bir şey beğendirmekle geçti. O yüzden ben çektiğim zaman kendilerini beğeniyorlar.”

Ahmet bey ile Sevim hanımın oğlunun yetiştiği Ankara Maltepe’deki fotoğraf stüdyosundan bahsediyoruz nihayetinde. Ailenin yüzyıldır sürdürdüğü fotoğrafçılık mesleğinden. Yani bir kravat, plastik tarak, bulutlu, palmiyeli fonlar ve binlerce vesikalık... Yani liseli Mehmet’in çekmeye gittiği sünnetler, nişanlar, düğünler... Sonra biraz yaş büyünce Ankara geceleri, barlar, Opera’dan, Bale’den, edebiyat tayfasından arkadaşlar ve nihayet bir gençlik heyecanı olarak Sakarya’da açılan ikinci dükkan. Birinci dükkanda sünnet, nişan, düğün ve fakat ikincisinde sanatçı arkadaşlarla denemeler, kostümler, makyajlar ve Mehmet Turgut’un fotoğraftaki şahsi yolculuğu böylece başlar. Sözünü ettiğimiz tarih de epey yakın, 2000’lerin başı. Oysa Mehmet Turgut sanki bir İstanbul kişisi:
“Yok canım, ben otuz yaşımda geldim İstanbul’a. Öncesinde sosyal medya üzerinden takipçilerim vardı tabii. Derneklerden, üniversitelerden davetler alıyordum yine de. Ama İstanbul çok sonra. Zaten daha önce gelsem şehir beni kendine benzetirdi.”
Yani?
“Yalancı çok burada. Haydi diyelim kadınlara küçük yalanlar söylenir de erkek erkeğe yalan söylenmesini aklım almıyor. Benim için sadakat önemli. Sadakat benim için dört önemli şeyden biri.”
Diğer üçü, zaman, ustalık, sabır...
Hayat bilgisi okulu
Farkında mı bilmiyorum ama hakikaten de anlattığı bütün meseleler, küçük hikayeler bu dört sözcüğün etrafında dönüyor.
Dediğine göre “insanları süspanse etmek konusunda en sabırlı” ama iş konusunda en sabırsız. Uzun ilişkiler insanı, sağlam, ömür boyu süren cinsten. Ustalık meselesi ise...
Mehmet Turgut, Aydın Boysan, Ara Güler, Mustafa Alabora gibi ehli muhabbet ile hoşbeş ediyor. Zaten bunu da instagram’da paylaştığı için üç aşağı beş yukarı herkes biliyor. Ama nedeni:
“Çünkü paylaşmak bizi insan yapıyor.”
Yok onu sormuyorum, bu kendinden büyük insanlarda ne var?
“Ben kendi okulumu kuruyorum öyle. Bir hayat bilgisi okulu. Anksiyetemi, gerilimimi dindiren insanlar. Mesela canım sıkkın, onlarla konuşunca diyorlar ki ‘Git oğlum, biz bunu elli sene önce yaşadık’. Rahatlıyorsun.”
Peki onlar Mehmet Turgut’ta ne buluyorlar?
“Ben onları gerçekten dinliyorum. Galiba onlara heykeltıraş hissi veriyorum. Dediklerini yapıyorum çünkü. ‘O sakalı kes’ diyorlar, kesiyorum mesela. Onların yediklerini yiyorum, yemediklerini yemiyorum.”

Başkalarının sormadığı soruları sormak
Ya onlardan öğrendi ya da kendiliğinden biliyor –insan kendiliğinden de bilir zira- bir şey söyledi, mühim. Önemsiz bir şey gibi söyledi ama bu derin ve zor edinilen bir bilgi:
“Kimse kimseyle konuşmuyor. İnsanlar aslında konuşmak istiyor.”
İnsan bunu öğrendiğinde başkalarının korktuğu insanlardan korkmaz, başkalarının sormadığı soruları sorabilir ve Mehmet Turgut’un yaptığı gibi bir atmosfer inşa edebilir. Herkesin biraz daha kendi gibi olduğu, dolayısıyla kendi gibi göründüğü, yani en güzel haliyle görünebildiği bir atmosfer. Mehmet Turgut’un portreleri niye güzel oluyor, işte bundan. Meselenin deklanşöre basmadan çok önce ve çok sonra cereyan ettiğini bilen fotoğraf insanlarından biri o. Ben bunları düşünürken o hâlâ iştahla hayatı anlatıyor:
“Paylaştıklarım yaşadıklarımın yüzde beşi” diyor mesela. Ya da “Gece hayatı mı? Esas Ankara’da vardı gece hayatı” diyor. Ders verecekmiş üniversitede, “Onlara Mehmet Turgut olmamayı öğreteceğim” diyor, “Fotoğraf varsa ego yoktur, bunu öğreteceğim” diyor. “Boğazında ağlamak üzereyken bir düğüm oluyor ya, bende o var. Benim bir derdim var” diyor. Bunları anlatırken tıpkı kendi çektiği kendi fotoğrafına dönüp bakar gibi konuşuyor bazen:
“Bazısı diyor ki ‘Ya bu Mehmet Turgut’u çok şişiriyorlar’, bazısı diyor ki ‘Değeri bilinmiyor’. Bazen aynı köşe yazarı bile yazabiliyor bunu. Nefret eden blog yazarıyla tanışıyorsun titriyor, ‘Abim!’ diyor.”
Sanırım Mehmet Turgut, insanın hakkında konuşulanlar olmadığını, başka bir şey olduğunu bilmek zorunda kalıyor ve başka gözlerin çektiği fotoğraflarının üzerine basarak yaşamayı öğreniyor.
Daha yakışıklı, daha güzel
Sonra?
Sonrası iyilik güzellik. Belki sahilde bir ev, içinde çocuklar. Para kazanmak için fotoğraf çekmek zorunda olmamak. Hayaller bunlar.
Şimdi?
Şimdi o, insanlara olmak istedikleri insanlar olarak görünmeleri için, bunu yaparken utanmamaları için bir duygu mekanı kuruyor. Sonra çat! Ne ışık, ne makina, ne fotoğraftaki son dokunuşlar... Ne yapıyorsa yapıyor, Mehmet Turgut çekince hepimizin zarfı mazrufundan daha yakışıklı çıkıyor. Kurcalamamak lazım. Çünkü hepimizin kendimizden daha güzel göründüğümüz bir fotoğrafa ihtiyacı oluyor...