Ege Denizi’nde Uluslararası Meyhane

küçük İskender, Meyhanedeyiz.Biz için yazmıştı. Şimdi, Anason İşleri'nde. 

Nasıl Dionysos varsa Yunan Mitolojisi’nde, ben de bir gün bulacağım rakıyı güzel içeni mitolojinin reddettiği sayfalarda. Sonuçta Uzo da bir rakı çeşidi. Yere, göğe, suya saçılan Yunan Mitolojisi yöneticileri nereye hapsettiyse bu anason kokulu, masum varlığı. Tavernalarda kırılan tabaklarda, meyhanelerde tokuşturulan kadehlerde onun da adı geçiyor belki.

Türkiye – Yunanistan kültür elçileri bir araya gelip Ege Denizi’nde ortak bir meyhane adası açmalılar bence. Benzerliklerimizle süslenmeli tüm dükkânlar. Oynatan, ağlatan Türkçe, Yunanca şarkılarla inlemeli sokaklar. Sevgilimi, arkadaşlarımı, hatta annemi de alıp uçardım o adaya.

Anneler Günü’nde annemle buluşup Beyoğlu’nda bir restorana giderdik – hatta birkaç yıl üst üste devam etti bu. Öğle rakımızı yudumlarken anılara dalar, İstiklal Caddesi’nin takvimler yetmişleri gösterdiği zamanlarına dönerdik. Masamızın etrafını troleybüsler, Papağan Kahvecisi, İnci Pastanesi, Yeni Melek Sineması, caddede sıkışan otomobiller kuşatırdı birdenbire. Meyhane, arzu edene ekrandır.

Anneler Günü benim için annemle baş başa rakı içmekti biraz da. Genç kızlığı Bekâr Sokak’ta geçmişti. O dönemleri anlatmasını isterdim ondan. Yıl 1961-1962. Karşı apartmanlarında oturan bir kadından söz ederdi bazen: Mevhibe Hanım. İngiliz Kemal’in eski karısıydı. Rakımız bu tarihe eşlik ederken bizi can kulağıyla dinler, annemin anlattıklarını bir sır gibi tutmaya yemin ederdi. Mevhibe Hanım her sabah süslenip ağır yeşil göz farlı makyajını yapıp mahallenin genç kızlarını beklermiş. Annem de babamla flört esnasında olup biteni gidip yetiştirirmiş Mevhibe Hanım’a – Meraklıymış hanımefendi. ‘Ne konuştunuz, neler yaptınız –önce bana anlatacaksınız’ dermiş. Bir buçuk yaşındayken o eve ben de girmişim; hatta tuvaleti pis bulduğumdan işememişim. Direnmişim; ev rakı kokusunu tanımadığından olsa gerek.

Meyhanelerde oturduğunuz masanın örtüsüne eğilip dikkatlice bakın: O bir hatıra defteridir. Ona yazılan hiçbir şey silinmez, ona doğru söylenen ne varsa emer, kelimelere dönüştürür ve saklar. Ne kadar yıkanırsa yıkansın, her masa örtüsü o masaya oturmuşların alınyazılarından alıntı cümlelerle dokunduğunu unutmaz. Onun isim hafızası kimsede yoktur. Bildiğiniz kara delik misali, beyaz bir deliktir o; her şeyi yutar, başka bir paralel evrene taşır, zamanı büker.

‘Annemle yeniden arkadaş oluruz meyhane masasında’ diyebiliyorsam babalar oğullarıyla, teyzeler yeğenleriyle, herkes herkesle yakınlaşabilir sil baştan. Ailenin dayatılmış hiyerarşisi sevginin yarattığı bir saygıya dönüşür. Anneler genç kızlıklarını, babalar askerliklerini, dayılar tatlı serseriliklerini, halalar gizli aşklarını anlatabilir içtenlikle. Bu kaçırılmaması şart bir fırsattır. Kimse oradan ayrılıp normal hayatına dönemez sanki – gerçekler katışıksızdır, sözler dolambaçsızdır; hele bir de ‘anneler günü’ ise hiçbir şey geçiştirilmiyordur. Anneyle çocuğu arasındaki bütün kanallar, bütün radarlar açıktır. Dürüstlük bir akraba gibi yanı başlarındadır. Sadakat bir göbek kordonu gibi ikisini birbirine bağlar.

Ne pahalı bir hediye ne de telefonla geçiştirilmiş bir kutlama – Anne ile bir meyhaneye gitmek ve saatlerce sohbet etmek! Ben denedim. Çok mutlu oldu.

Yaşıyorsa ve yaşama biçimi kaldırıyorsa mutlaka annenizle bir meyhaneye gidin. Yok, çoktan meleklerin yanına taşındıysa tanıdığınız tüm anneleri alıp gidin deniz kokan bir meyhaneye. O güzel kadınla, kadınlarla rakı içmek Anneler Günü’nü bir Evlat Günü’ne çevirecektir.

küçük İskender

Paylaş: